Deniz Ay
  • Home
  • Research
    • Spatial Organization of Care
    • City Networks & Migration
    • Publications
    • Dissertation
  • Teaching
  • Blog
    • Blog- Turkish
  • Contact

Blog Yazıları

Son sözü “Ben Özgürüm!” olan bir adam

9/15/2015

1 Comment

 
08.10.2013 tarihinde Radikal Blog'da yayınlanmıştır.
PictureHerman Wallace
Herman Wallace 4 Ekim 2013’de, ABD’nin New Orleans sehrinde, 71 yasında öldü. Wallace’i yetmişlerinde hayatını kaybeden başka insanlardan ayıran gerçek ise hayatının son 41 yılını yaklaşık 6 metrekarelik bir hücrede tek başına geçirmiş olması. Kanserin son evresinde, hayatının son 3 gününde özgürlüğüne kavuşmuş olması ise son sözlerindeki manayı anlamak için sadece ilk adım.

Angola Üçlüsü ve Black Panther

Wallace “Angola Üçlüsü” olarak anılan üç hükümlüden biri. Angola Üçlüsü (Wallace, King ve Woodfox) 1971 yılında silahlı soygun düzenlemek suçundan hüküm giyerek cezalarını çekmek üzere Louisiana Eyalet Hapishanesi’ne giriyorlar. Üçünün bir başka ortak noktası ise hapishaneye girdikten sonra Black Panther (Siyah Panter) adli  partiye üye olmuş olmaları.

1966 - 1982 yıllarında aktif olan Black Panther partisinin esas kuruluş amacı siyahların yoğunluklu olarak yaşadığı mahalleleri polis şiddetine karşı korumak ve savunmak.  Çıkış noktasında siyah milliyetçiliğinden güç alan parti daha sonraki yıllarda bunu da bir çeşit ırkçılık olarak kabul ederek parti yapısını antikapitalist, antiemperyalist, ırkçılık karşıtı, sosyalist bir çizgiye çekerek siyah ırk vurgusunu terk ediyor. Louisiana Eyalet Hapishanesi’ndeki Black Panther örgütlenmesinin temelinde ise gardiyanlar ve cezaevi yönetimince mahkumlara karşı uygulanan insanlık dışı muameleler yatıyor.

Hapishane içinde siyasal örgütlenmenin bedeli

1972’de cezaevinde bir gardiyanın bıçaklanarak öldürülmesiyle başlayan süreç, Black Panther örgütlenmesi içinde aktif olarak yer alan Wallace, King ve Woodfox’un somut kanıt olmadan cinayetle suçlanmalarıyla sonuçlanıyor. Üst mahkeme tarafından üç kere bozulmasına rağmen yerel mahkeme her seferinde ısrarla cinayeti “Angola Üçlüsü”nün işlediği hükmüne varıyor.

Wallace’in avukatı bu cinayet suçlamasıyla cezaevi içinde siyasi örgütlenmenin elebaşı olarak görülen Angola Üçlüsü’nün her bir üyesinin tek kişilik hücrelere kapatılmasının meşrulaştırıldığını söylüyor. Bu sayede, cezaevindeki mahkumların insanca koşullarda günlerini doldurmak için verdikleri mücadele de lidersiz ve yarım kalıyor.

Hiç Bitmeyen Kölelik Düzeni

Bütün bunların yaşandığı, mahkumları kırk yılı aşkın sürelerle tek kişilik hücrelerde tutarak insanlıklarından sıyıran Lousiana Eyalet Hapishanesi’nin bulunduğu arazi eski bir plantasyon; yani köle emeğine dayalı tarımın gerçekleştirildiği büyük bir çiftlik.  Bu bölgenin adının Angola olmasının sebebi de plantasyonda çalıştırılan kölelerin hemen hepsinin zamanında Angola’dan getirilmesi. Tıpkı diğer plantasyonlar gibi Angola plantasyonu da kendi kendine yeten, çiftlik sahibinin mutlak egemenliği altında yönetilen ekonomik ve siyasi bir yapıydı.

Hapishanenin açıldığı 1901’e kadar Afrikalılar’ın köle olarak çalıştırıldığı bölge, bu tarihten sonra da Afrika kökenli Amerikalılar’a kölelik koşullarını yaşatan bir kafes olarak kullanılmaya devam ediyor.

Sonsöz

Herman Wallace’in bedeninde 41 yıllık hücre hapsinin yetiştirdiği kanser gibi kölelik, yasal ve son derece ‘güvenli’ koşullarda dünyanın binbir köşesinde yaşatılmaya devam ediyor. Ama son sözü yine Wallace söylüyor: “Ben özgürüm!”


1 Comment

ABD’nin “Görünmez Adam” korkusu

9/15/2015

0 Comments

 
24.09.2013 tarihinde Radikal Blog'da yayınlanmıştır.
Picture
Türkiye'de geçen olağandışı yaz sonrasında ABD'nin ancak dış politika çıkışlarıyla hareketlenen gündemine geri dönmenin konforundan dem vuruyordum. Tam da bu günlerde kendimi adeta evimde gibi hissettiren bir olay -ana akım medyanın radarına gir(e)meden- haber oldu .

Kuzey Karolina eyaletinde bir velinin şikayeti üzerine bir kitap yasaklanıyordu. Ralph Ellison'a 1953 yılında Ulusal Kitap Ödülü'nü kazandıran Görünmez Adam (Invisible Man) romanı "edebi bir değer taşımadığı" ve "öğrencilere uygun olmadığı" gerekçeleriyle hem müfredattan çıkartılıyor hem de eyaletteki okulların kütüphanlerinde yasaklanıyordu.

Bizde olur oysa böyle şeyler. Yoksul bir ailenin çocuğu Zeze'nin hikayesini anlatan Şeker Portakalı müstehcen bulunur mesela; Türk örf ve adetlerine aykırıdır. Ve Büyük Buhran'da çiftlik çiftlik dolaşıp iş arayan toprak işçilerinin hikayesini anlatan Fareler ve İnsanlar gibi edebiyatı tehdit belleriz zaman zaman. Çocuklarının edebiyatla haşır neşir olmasına duyarlı olan hassas veliler konuyu inceler, gerekli mercilere başvurur. Soruşturma, inceleme, sansür. Yetkililerce gereken yapılır. Dedim ya, biz de olur böyle şeyler. Ne var ki bizim coğrafyamızın tekelinde değil bu tür absürdlükler.

Görünmezsin sen görünmez kal

Neydi peki Görünmez Adam'ı çocuklarından saklamak isteyenlerin gerekçesi? Şikayetin yapıldığı okulda kitabin yasaklanmasi yönünde oy kullanan komisyon üyelerinden birine göre romanın "Edebi bir değeri yok". Oysa farklı kurumlar tarafından çeşitli vesilelerle, defalarca onurlandırılmış bir eser Görünmez Adam.

Görünmez adam, romanin birinci ağızdan anlatıcısı olan isimsiz Afrika kökenli bir Amerikalı. Toplumun geri kalanı tarafından nasıl da görülmez olduğunu anlatıyor. Görünmezliği fiziksel bir durum olarak değil, diğerlerinin kendini ve temsil ettiklerini görmeyi reddetmesi üzerinden kurguluyor yazar. Kısacası roman, 20. yüzyıl başlarında siyah Amerikalılar'ın durumunu, siyah milliyetçiliğini, siyah kimliği ve Marksizim ilişkisini, bireyselliği ve kimliği arasında sıkışmış isimsiz birinin hikayesi üzerinden anlatıyor.

"Ben bir görünmez adamım.  İnsanlar beni görmeyi reddettiği için görünmezim. Anlayın!" diyor Ralph Ellison'ın isimsiz kahramanı. Anlasınlar diye kitaplar yazdığı yurttaşları da 60 yıl sonra dahi çocuklarından saklamak istiyor kendisini ve hikayesini; zamani geldiğinde onlar da görmeyi reddetsin diye.

Böylesi bir olay pek de mesele olmadı ABD basınında. Bazı alternatif haber kaynaklarında yazıldı sadece. Ancak yine de bir kamuoyu yaratılmış olacak ki kitabın yasaklanması yönünde oy çokluğu ile karar veren komisyon 25 Eylül'de tekrar toplanarak kararı gözden geçirecek. Komisyonun nihai kararı her ne olursa olsun dünyanın öbür ucuna demokrasi tüccarlığı yapan bir "süper güç"ün görünmez adamlarıyla olan meselesinin her fırsatta, türlü şekillerde hortladığını bir kenara yazmak gerekiyor.

Aramızda kalsın

Aman hükümetimiz, milli eğitimimizin müdürleri duymasın Görünmez Adam'ın başına gelenleri. Yoksa kitapları çocuklarından saklamaya çalışanların zavallı mücadelesine hizmet etmiş olur bu anlattıklarım. Duyar gibiyim: "Müfredatlarda bu tür düzenlemeler dünyanın her yerinde yapılıyor. Bakın Amerika da yeri geliyor bağzı neşriyatı tekrar gözden geçiriyor; bakıyor bu bizim yavrularımıza yarar mı zarar mı diye." O sebeple şimdilik aramızda kalsın ABD'de çocuklarından edebiyat kaçırmayı iş edinmiş velilerin, eğitimcilerin ve politikacıların faaliyetleri.


0 Comments

İki Kanun Tek Niyet: Neye Dayanarak Kentsel Dönüşüm?

9/15/2015

0 Comments

 
29.08.2013 tarihinde Radikal Blog'da yayınlanmıştır.
Picture
Kentsel dönüşüm tartışmalarını İstanbul üzerinde yoğunlaştırarak dönüştürme hamlesinin boyut, kapsam ve çelişkilerini bilerek ya da bilmeyerek sadeleştirmiş oluyoruz.  Mesele sadece nüfusu milyonları bulan kentlerin meselesi olmadığı gibi yapısal olarak irdelenmesi gereken tek yasal çerçeve de "Afet Yasası" değil.

Her Şey Belediyelere Tam Yetkiyle Başlamıştı…
Kentsel dönüşüm Türkiye gündemine meşhur “Afet Yasası” ile gelmedi. 2005 yılında geçen Belediye Kanunu’nun bir maddesiyle yedi satırda, onlarca projeye dayanak sağlayacak olan yasal çerçeve çizildi ve bu konuda tam yetki belediyelere verildi. Müteakiben pek çok ilde pek çok kent alanı dönüştürüldü.  

Bu süreçte hedef olarak eskiyen kent kısımları gösterilmiş; konut alanları, sanayi ve ticaret alanları, teknoloji parkları ve sosyal donatı üretimi amaç olarak belirlenmişti. Bu kadar değildi elbet, ülkenin deprem gerçeği es geçilmemiş; deprem riskine karşı tedbir almak veya tarihsel/ kültürel dokunun korunması da kentsel dönüşüm ve gelişim gayeleri arasında sıralanmıştı.

Belediyelerin tam yetki sahibi olduğu bu süreçte kentsel dönüşüm alanı olarak belirlenmiş yapıların boşaltılması, yıkımı ve kamulaştırılmasında anlaşma yolu esas denmiş; aksi takdirde açılacak davalara mahkemelerin öncelik vereceği temenni edilmişti.

İnşaat sektörünün iştahını kabartan kentsel dönüşümün yasal çerçevesinde 2010 yılında yapılan bir kanun değişikliği ile belediyelerin yetkisine Bakanlar Kurulu bir anlamda ortak edildi. Bu değişikliklerin en önemlisi kamu mülkiyetinde veya kullanımında olan yerlerde kentsel dönüşüm alanı ilan edilebilmesi ve uygulama yapılabilmesi Bakanlar Kurulu kararına bağlanması oldu.

Eski Dönüşüme Yeni Yasa
İşte, 2012 Mayıs ayında meclisten geçen Afet Yasası’nın kabulüne kadar tüm kentsel dönüşüm projeleri bu çerçevede gerçekleştirildi. Bu yasa ile artık belediyeler dilediklerince kentsel dönüşüm alanı ilan edemeyeceklerdir. Ve artık kentsel dönüşüm alanı yoktur; riskli alan, rezerv alanı ve riskli yapı vardır. Yani önceki yasada üzerinden çabukça geçilen deprem gerçeği daha da genişletilerek afet riski olmuş; bütün yasanın en güçlü dayanağı ve meşruiyet kaynağı haline getirilmiştir.

Yeni yasa ile kentsel dönüşüm konusunda yetki Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, TOKİ ve yerel yönetimler arasında dağıtılmış ancak bu yetki dağılımının kontrol hakkı Bakanlıkta saklı tutulmuştur. Kısacası, afet riskine karşı dayanıklı yerleşim birimleri üretilmesi iddiasını taşıyan dönüştürme politikasında talep belediyelerden gelebiliyorken karar mekanizması büyük ölçüde merkezi hükümet (TOKİ ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı) tarafından işletilir hale getirilmiştir.

Her Yer “Risk” Her Yer Dönüşüm
Bu iki kanun eşzamanlı olarak kentsel dönüşüm için yasal dayanak teşkil etmeye devam ediyor. Afet Yasası kabul edildikten sonra geçen bir yıl içinde Bakanlar Kurulu’nun kentsel dönüşüm alanı ilanıyla ilgili 70 kararı mevcut. Bunlardan 24’ü eski diyebileceğimiz kentsel dönüşüm yasası kapsamında, 46’sı ise yeni kentsel dönüşüm yasası olan Afet Yasası kapsamında gerçekleşecek dönüştürmeye onay veriyor.

Adana, Ankara, Gaziantep, Bursa ve İzmir’de hem eski yasa kapsamında dönüşüm alanı ilan edilmiş mahalleler var, hem de yeni yasa kapsamında dönüştürülecek mahalleler var. Yani kentsel dönüşümün kurumsal işleyişi bu şehirlerde en karmaşık şekliyle ilerleyecek. Son bir yıl içinde, yeni yasanın varlığına rağmen sadece eski yasa kapsamında dönüşüm alanı ilan edilen iller ise Bingöl, Çankırı, Karaman, Kocaeli, Malatya ve Muş. Merkezi hükümetin geniş yetkilere sahip olduğu yeni yasa kapsamında dönüştürülecek mahalleler ise Afyonkarahisar, Ağrı, Aydın, Diyarbakır, Erzincan, Erzurum, Eskişehir, İstanbul, Kütahya, Kahramanmaraş, Sakarya ve Samsun’da yer alıyor.

Kentsel dönüşümü ülke genelinde tartışabiliyor olmak için bahsi geçen 23 ilin birden şantiyeye dönüşmesini beklemek hata olacaktır. İster İstanbul, Ankara, İzmir gibi metropollerde olsun, ister Kütahya, Afyon, Maraş gibi daha küçük kentlerde olsun kentsel dönüşüm alanlarının neredeyse tamamı kent merkezlerindeki yüksek yoğunluklu yerleşim alanlarını kapsıyor. Hal böyle iken, kurumsal ve yasal çelişkiler üzerinden yürütülecek kentsel dönüşüm tartışmalarını daha ne kadar erteleyebiliriz ki…


0 Comments

    Author

    Deniz Ay

    Archives

    September 2015

    Categories

    All

    RSS Feed

Powered by Create your own unique website with customizable templates.
  • Home
  • Research
    • Spatial Organization of Care
    • City Networks & Migration
    • Publications
    • Dissertation
  • Teaching
  • Blog
    • Blog- Turkish
  • Contact